EGEMENLİK MİLLETİNDİR!


EGEMENLİK
KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR
MENGÜ SİTE :
BİZİM KÜREMİZ

Alternatif küreselleşme hareketleri içinde, yüksek başarı şansının, sadece en örgütlü olanlarda ve sarsılmaz bir amaç birliği doğrultusunda hareket edenlerde olduğunu gördüm.

Çevrecileri, yoksulları işsizleri, işçileri ve bütün barışçıları ellerim patlayıncaya kadar alkışlıyorum. Ancak ben bütün enerjimi, bilincimi, zamanımı ve çalışmamı artık bir başka alternatif küreselleşme hareketinde odakladım:

ANADOLU-
İDİL-URAL-
ALTAY KÜRESELLEŞMESİ

ANADOLU-İDİL-URAL-ALTAY KÜRESİ

Büyük Kafile'ye katılmak için, kim var diye düşünme!   "

"Ben varım" deyip "HAREKET"E GEÇ! ve SİVİL İNİSİYATİFİN
bir parçası ol;

Çünkü;
EĞER İSTERSEN KENDİ KÜRENDE ve KENDİ DÜNYA DÜZENİNDE 
YAŞAYABİLİRSİN!

 

     www.globalidilaltay.com

Not: Resim ve haritalar, facebook sosyal paylaşım ortamından buraya aktarılmıştır.

Üyelik Girişi

TIKANAN ”MİLLİ DEVLET” ÜSTÜNE

                                      www.globalidilaltay.com

          TIKANAN ”MİLLİ DEVLET” ÜSTÜNE

Aziz Milletimin Aziz Canları,

Değerli Hanımefendiler, Değerli Beyefendiler,

Türk Milleti olarak çok uzun zamandır tarihimizin acı günlerini yaşıyoruz. Bütün şehitlerimizin ruhu şad olsun, milletimiz sağ olsun. 

İliklerimize kadar işleyen bu büyük acı(lar), bir mucizeye yol açarak, aslında Biz’i, “Biz” olma kıvamına biraz daha yakınlaştırıyor. Acıda tek vücut olan Türk Milleti, irade ve davranışta da tek vücut olmaya yeniden alışacaktır. Barışın beyaz güvercini olan bu büyük millet, içine sürüklendiği savaşın kartalı olmayı yine başaracaktır ve inanıyorum ki, bu uğurda hedefine kilitlenecektir. 

Bu hafta sizlerle paylaşmak istediğim iki konu var: 

1- Milli Devlet’in yapısal değişimi; 
2- Kuvva-i Milliye Ruhu’nun evrimi.

Milli Devletimiz, iç ve dış güçler tarafından yapısal değişime uğratılıyor:

Devlet kavramının birçok tanımı yapılmış olmakla birlikte, Siyaset Bilimciler arasında muteber olanlar Karl Marx, Max Weber ve Hans Kelsen’e aittir. Marx’ın tanımıyla devlet “en büyük örgütlü güç”, Weber’in tanımıyla “şiddet tekeline sahip olan güç”, Kelsen’in tanımıyla ise, “bir hukuk düzeni anlamındaki siyasî güç”tür. Demek ki devlet, şiddet tekeline sahip olan, en büyük örgütlü hukuk düzenidir. Türkiye Cumhuriyeti, Millet sistemi üzerine kurulu Osmanlı Devleti’ni geçersiz kılarak, ulus-devlet modelinde kurulmuş bir Milli Devlet’tir. 1924 Cumhuriyet Anayasası, Türkiye Cumhuriyeti’nin meşruiyetini sağlamıştır. 1946’da çok partili hayata geçilerek yerleşen temsili çoğulcu demokrasi, 1960’tan itibaren her on yılda bir ağır darbe almıştır. Sanıldığının tersine, bu darbeler süreci hiçbir biçimde bitmemiştir, bugün de devam etmektedir. Öyleyse yaşanan değişim neyi ifade ediyor? En yalın ifadeyle Milli Devlet’in ve Temsili Çoğulcu Demokrasi’nin değişimini. 

Bir emperyalist proje olarak tasarlanıp servis edilen iktisadi ve siyasî küreselleşmeye bağlı olarak, siyasete müdahale biçimi de değişmiştir. Uzak Doğu’da tutmayan, ama Orta Doğu’da bir siyasî aktör olarak yükselen yeni müdahale tekniğinden, Türkiye de fazlasıyla etkilenmiştir. Küresel koşullar ve yeni demokrasi formülü, asker merkezli dayatmayı sivil merkezli dayatma ile yer değiştirmeye zorlamıştır. Geçmişte tankla, silahla, komutanla ve orduyla yapılan siyasî darbeler, şimdi medyayla, partiyle, sivil toplum kuruluşlarıyla, sözde aydınlarla ve inandırılan kitlelerle yapılmaktadır. Sonuçta, bir sivil darbe ile devletin örgütlü yapısı, şiddet tekeli (ordu-polis-istihbarat) ve hukuk düzeni üzerinde hâkimiyet kurulmaktadır. Türkiye’de de bu durum yaşanmıştır. Yarı-dindar eski egemen sınıf gitmiş, yerine yarı-lâik yeni egemen sınıf gelmiştir. Bu iki egemen sınıfın temel nitelikleri ve stratejik hedefleri arasında büyük bir fark yoktur.

Bununla birlikte,  yaşanan küresel süreç, özellikle gelişmekte olan ülkelerde devletin yapısında ve demokrasi arzında, çok kökten bir değişimi açıkça olgunlaştırmış ve cesaretle öne çıkarmıştır. Bir yandan Milli Devletler, bütün varlık nedenleri, dayanakları ve kurumları ile ağır bir eleştiriye uğratılmıştır; dahası, devletlerin varlık nedenlerinin bile tartışmaya açılması, bu nedenlerin toplum önünde tartışılması yoluyla oitibarsızlaştırılması yöntemi sürdürülmektedir. Diğer yandan ise, bir toplumsal kod olarak sunulan ve yeni bir toplum projesini hedefleyen “Kozmopolitan Demokrasi” dikta ettirilmektedir. Bu uygulamalar, yeni bir hukuk düzeni ile ülkeleri küresel ağa eklemlemeye dönüktür. Bu bağlamdaki yeni demokratik ortamda, ulusal-devletler sözüm ona sürecekler, ama bu devletlerin bir egemen milleti olamayacaktır. 

Anayasa güvencesi ile milli ve etnik unsurları eşitleştirme, böylece kurucu unsuru ve sayıca çoğunluğu önemsizleştirme gerçekleştirilmektedir. Bu doğrultuda, milli devlet yok olurken, örneğin Türklük adına ağzını açıp tek laf etme hakkı da tehdit altına alınmaktadır. Bir başka ifade ile küreselleşme olarak yaşanan ticaret, finans, teknoloji ve görece bilgi entegrasyonu, bir sömürü sistemi olarak başvurulan standartlaşma ağı ve siyasî entegrasyon için kullanılmaya başlanmıştır. Küresel plan gereği, ulus-devletler (şimdilik) kalacak, ancak milli devletler içten çökertilerek, kurucu milletlerin egemenlik hakları ellerinden alınacak, kendi ülkelerinde egemen güç olabilme şanslarını yitirecekler, hatta en az sayıdaki belki adı bile pek bilinmeyen unsurlarla eşitleneceklerdir. 

Türkiye’de son on yirmibeş yılda, bu anlayış altında Türk Milli Devleti tahrip edilmiş, tıkanmış ve kurumları giderek millilik vasfını yitirmiştir. Aynı şekilde çoğulcu demokrasi de harap edilmiş ve tasarlanarak gözden düşürülmüştür. Bu noktada artık, yeni Anayasa’nın iddia edildiği gibi, yeni bir “ortaklık zemini” yaratacağını ummak aşırı derecede saflıktır. İyice anlaşılmıştır ki, Türk Milleti’ne, kozmopolit koşullar dayatılacaktır. Yeni Anayasa’dan beklenen, Milli Devlete ve Çoğulcu Demokrasi’ye dayalı meşru bir ortaklık zemini yaratması değildir. Kozmopolitan demokrasiyi ve kozmopolitan egemenliği, hukuk marifetiyle çoğunluğa, yani Kurucu Millet Türklere ve Türkleşmiş olanlara zorla kabul ettirmesidir. Amaç, önce ulus yerine kozmopolit halkı yaratmak, sonra kozmopolit, yani Türksüz egemen sınıf yönetimini sağlamlaştırmak, en son olarak da kozmopolit devlet varlığını sağlamaktır; hepsinin sonunda da, bu devleti ve halkı küresel dünyaya entegre etmektir. Tüm dünyada siyasî gidişat, çok açıkça çoğulcu demokrasinin, yani milliliğin bitişine doğru tavır almıştır. Bu amaçla 1960 benzeri ağır bir ihtilal de, küreselleşmecilerin planına dahil edilmiş olabilir. 

Küresel beklentilere göre, 1940’lardan beri egemen sınıfın uzağında kalan Türk Milleti (Türk soylular ve Türklüğe eklemlenmişler), “millet” olarak ifade edilme hakkını da kaybedecektir ve resmî olarak kimliksizleştirilecektir. Türklük, sadece özel alana ait bir kavram haline gelecek ve kamusal niteliği yok olacaktır. Bu durumda, Kurucu Millet ve sayıca çoğunluk olan Türkler-Türkleşmişler, kendi devletlerinde egemen sınıfı elinde tutan sayıca azınlığın “yeni demokrasi” kılıfı içindeki, kozmopolit tiranlığına boyun eğeceklerdir. Elbette süreç, siyasî yapıda eyalet sistemine geçiş için gerekli olan ortamı yaratmayı da taahhüt etmektedir. Açıkça anlaşıldığı gibi, ülkede, Milli Devlet bütün görünümleri ile giderek tıkanmaktadır; çoğulcu demokrasi pratiği, hukuk (Anayasa) marifeti ile resmen yok edilmek istenmektedir. Üstelik hiçbir şey rastlantısal değildir, yıllara yayılarak içten yanmalı muazzam motor gücüyle, adım adım Küresel bir proje tatbik edilmekte ve kozmopolitan totalitarizm, bir demokrasi masalı olarak sunulmaktadır. Kendi milli devletlerini kaybetme pahasına, demokrasi havariliğine soyunan kitleler, henüz hiçbir gerçeğin farkına varamamış haldedir. Oysa Türk Milleti, çok ağır bir Milli Devlet, Çoğulcu Demokrasi ve kimliksizleştirilme gerçeği ile karşı karşıyadır. Sadece millet, yani sivim toplum kademeleri değil, devlet aygıtı da bu süreçte ağır tahribata uğramaktadır.

İkinci konuya geçmeden, biraz da Küresel Kozmopolitizm üzerinde durmak istiyorum. Küreselleşme her ne kadar kontrollü biçimde ticaret, finans, standartlaşma ve bilgi akışının küreselleşmesi olarak planlanmışsa da, teknolojinin hızlı yayılımı ve denetlenemez alan çeşitliliği, reel bir küreselleşmeyi geçerli kılmıştır. Aslında Batı dünyası, kapitalizmin krizlerini paylaşmayı hedefliyordu, nimetlerini değil. Teknolojinin öngörülemez hızı ve çeşitliliği, sadece Marx’ı değil, Küreselleşme mucitlerini de yanıltmıştır; örneğin böylesine etkili bir küresel Çin’i pek fazla düşünememişlerdir. Türkiye’nin de iktisadî anlamda bir dinamizm yakaladığı açıktır. IMF havuzuna yapılacak beş bin dolarlık kredi yardımı, küçük olsa da, IMF'ye para veren bir konuma geçmiş olan Türkiye için son derece sembolik bir anlam taşımaktadır. Aynı şekilde Moody’s Derecelendirme Kuruluşu’nun, Türkiye’nin devlet tahvili notunu BA2’den, BA1’e yükseltmiş olması, kapitalist dünyada hatırı sayılır bir öneme sahiptir. Bununla birlikte, Türkiye’nin içine sürüklenmekte olduğu Milli Devlet ve Kozmopolitan Demokrasi krizi, Türkler açısından hiçbir parayla, hiçbir iktisadî güçle telafi edilemeyecek kadar ağır sonuçlara yol açabilir. 

Devletin yönetimi gibi, paranın yönetiminin de Türklerde olmaması, hemen hiçbir ulus-devlette yaşanmayan bir “Millet” krizi yaratmıştır. Yedi düvelin ordusuyla ortadan kaldırılamayan Türk Milleti, Batı’nın emperyalist stratejisinin, küresel sermayenin ve içten yanmalı hain motorun gücüyle tarihten silinmeye çalışılmaktadır. Batı küreselleşmesinin bir siyaset aracı olarak düşünülen kozmopolitan demokrasi, Batı dünyasının kendisi için tasarlanmıştır. Gerek David Held, gerekse Ulrich Beck ve görüşün diğer savunucuları, kuramı ABD, AB, Avustralya arasında, yani bizzat Batı dünyası içinde, yeni bir ortaklık zemini yaratmak için düşünmüşlerdir. Amaçları Batı’nın bu üç coğrafyası arasındaki duvarları, yeni köprülerle aşmak ve kendi küresel dünyalarını kurmaktır. 

Ancak Batılı bilim insanlarının kuramı, emperyalist uygulamacılar tarafından Batı dışında uygulamaya sokulmuştur. Kendisi her zaman bütünleşik çalışan Batı, özellikle Washington, Londra, Paris üçlüsü ve hatta Tel Aviv ve Bonn eklentili beşli, Orta Doğu merkezli milli devletleri bölmeye ve yok etmeye uğraşmaktadır. Bu doğrultuda Türkiye’yi de, önce etnik ayrıma göre bölerek tek ulus halinden çıkarma, sonra da ayrı etnik unsurlar arasında şimdiden köprü kurma işine kalkışmıştır. Oysa kimse istemediği halde, kendi dillerini reddederek Türkçeyi anadil seçen, yıllarca Türkçeleştirmenin bayraktarlığını yapan Ermeniler, Selanik’ten Musul’a kadar Kurucu Millet’in başını çeken Sebataylar, Türklüğün ayrılmaz parçası olan Kürtler küreselleşme sürecinde ağır bir tahribata uğramakta, kimi unsurları sadakat sınavında geçemeyecek hale gelmiştir. 

Biz Türk Milleti, yani Türk soylular ve Türkleşmiş olanlar, kendini Türk bilenler, yaşadığımız bu çok ağır koşullarda, gerçekten de kozmopolitan demokrasiyi hayata geçirmeye mecbur muyuz? Evet, ama tıpkı Batı dünyası gibi, yani kendi küresel dünyamızı kurarak, KÜRESEL ANADOLU-İDİL-ALTAY BİRLİĞİ’ni gerçekleştirerek. Biz işte bunu yapmak ve başarmak zorundayız. KÜRESEL ANADOLU-İDİL-ALTAY BİRLİĞİ için, önce çok sağlam bir Millet Hareketi planlamalıyız, halen uygulamada olanlarla bütünleşmeliyiz ve büyük bir irade sergileyerek yeni köprüler kurmalıyız, hem de her alanda yüzlerce. 

TÜRKİYE’DE MİLLİ DEVLET, 
TÜRK BİRLEŞİK DEVLETLERİ'NDE KÜRESEL DEVLET!
TÜRKİYE’DE ÇOĞULCU DEMOKRASİ, 
TÜRK BİRLEŞİK DEVLETLER'NDE BİLEŞİK DEMOKRASİ!

KENDİ KÜRESELLEŞMEMİZİ SAĞLAMALIYIZ ve 
“KÜRESEL ANADOLU-İDİL-ALTAY BİRLİĞİ”Nİ KURMALIYIZ!
BİZ DE KENDİ AVRUPA BİRLİĞİMİZİ YARATMALIYIZ.

Saygıyla.

Doç. Dr. Betül Karagöz /2012

Küresel Anadolu-İdil-Altay Sivil Hareketi

                     

                              www.globalidilaltay.com


Yorumlar - Yorum Yaz
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE

 23 nisan 1920

**SİTEMİZİN ANDROİD UYGULAMASI
Takvim
Saat
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam15
Toplam Ziyaret169515